| ||||
Öğrenciler bir yarıyılı daha geride bırakarak karnelerine kavuşmanın heyecanı içindeler. Bazı öğrenciler karnelerini sevinçle alırken, bazıları üzülerek ve stresli bir şekilde alıyorlar karnelerini. Karne gününü üzüntüyle karşılayan çocuklar, kırık notlarından dolayı ailelerinin vereceği tepkiyi düşünürler. Peki siz çocuğunuzun karnesini nasıl değerlendirmelisiniz? Genelde ebeveynler çocuklarının karnelerinde kaç tane kırık not, kaç tane geçer not var diye şöyle bir göz gezdirirler. Kırık notların arasında geçer not da olsa ebeveynler yalnızca o kırık notlara odaklanırlar. Ancak bir çocuğu sadece karnesine bakarak değerlendirmek yanlış olur. Çocuğunuzun karnesine bakarken sonuçtan çok süreci değerlendirmelisiniz. Örneğin, geçen sene herhangi bir dersini zayıf(1) getiren bir çocuk bu dönem 2 (geçer) getirdiyse ebeveynler: "Bak, çalışmadın, yine kötü not getirdin." diyerek değerlendirirler. Ancak burada önemli olan nokta çocuğunuzun ve sizin bu ilerleme için neler yaptığınızdır. Karnesini değerlendirirken dikkat edilmesi gereken diğer bir husus çocuğunuzun kapasitesi ve ilgi alanlarıdır. Sayısal, sözel, müzik, spor.. vb. gibi alanların hangisine ilgisi veya yeteneği olduğuna dikkat etmelisiniz. Okullarda beklenen çocuğun her alanda başarı sağlamasıdır ancak her öğrenci bütün alanlarda başarı gösteremeyebilir. Çok az öğrenci her alana ilgi duyar ve o alan ya da alanlarda başarılı olur. Çoğu öğrenci ise bir ya da birkaç alana ilgi duyup başarılı olur, diğer alanlarda ise öğrenmeye mecbur olduğunu bildiği için çaba gösterir ve sonunda başarı ya da başarısızlık ile karşılaşır. Bazı okurların, "Peki, kırık notlar ile dolu bir karne karşısında nasıl davranmalıyız?" dediğini duyar gibiyim. İlk önce çocuğunuzun hangi alanlarda başarısız olduğunu tespit etmeye çalışın. Bu alanlarda çocuğunuz çabalamadığı için mi başarısız oluyor yoksa çabaladığı halde yapamıyor mu buna dikkat edin. Çocuğunuz çabalamıyor ise onu motive edecek yöntemler denemeli ve ona örnek olmalısınız. Bütün boş zamanlarını televizyon ya da bilgisayarın başında geçiren anne-babaların çocuklarından boş zamanlarında kitap okumasını, ders çalışmasını beklemesi tezat bir beklentidir. Çocuğunuz çabaladığı halde başaramıyorsa bunun nedenlerini araştırmalısınız. Zamanını verimsiz mi kullanıyor, başarısızlığı öğrenme güçlüğünden mi kaynaklanıyor gibi bir sürü neden düşünülebilir. Bunun nedenini bulmakta zorlanıyorsanız bir uzmana danışmalısınız. Zayıf bir karne ile karşılaştığınız için bütün tatil çocuğunuzu cezalandırmamalısınız. Her öğrenci tatili hak eder. Zayıf not getirdin şimdi bütün tatil ders çalışacaksın düşüncesi yanlıştır. Çocuğunuzu bu şekilde cezalandırmayın. Almaya söz verdiğiniz bir şeyi almayarak onu cezalandırabilirsiniz ancak çocuğunuza bağırmak, onu cezalandırmak için ondan uzaklaştığınızı belli etmek doğru cezalar olmayacaktır. Tam aksine çocuğunuzla zaman geçirin. Onu anladığınızı anlamasını sağlayın. Tatili çocuğunuzla hem ders çalışarak hem de birlikte eğlenceli aktiviteler yaparak geçirmeniz verimli olacaktır. Çocuğunuzla birlikte ortak bir program hazırlayarak hem derslerine çalışmasını hem de tatilden zevk almasını sağlayabilirsiniz. Karne öğrencinin hesap verme itemi değildir. Özellikle anne babalarda böyle yanlış bir algı vardır. Karne bir değerlendirme ölçeğidir tebrik ya da alınacak önlemlerle ilgili. Matematik dersini zayıf getiren bir öğrenciyi başarısız adletmek tarih ya da biyoloji dersindeki başarısını yadsımaktır çünkü ne kadar zayıf da olsa karnesi her öğrencinin daha doğrusu her insanın mutlaka çok iyi yaptığı ve başarı elde ettiği işler vardır. Matematik sorusu çözemeyen bir öğrenci güzel bir kompozisyon yazabilir, kompozisyon yazmada başarısız olan bir diğer öğrenci golcü bir forvet olabilir gibi. Mühim olan çocuğun yeteneğini ortaya çıkarmak ve başarılı olduğu işleri baz alıp onu desteklemek ve bu başarısını diğer alanlara kaydırmasını sağlamaktır; motiveyle objektif bir değerlendirmeyle örnek olarak, ufak sürprizlerle ve onu her anlamda kabul ederek. Herkese çocuklarıyla birlikte güzel bir tatil geçirmesi dileğiyle. | ||||
| ||||
Çocuklarda okul korkusu her yaşta ortaya çıkabilir. Kreşe giderken sorun yaşamayıp, ilköğretime başladığında sorun yaşayan çocuklar vardır. Çocuk ısrarla okula gitmek istemez ve fiziksel şikayetleri ortaya çıkar; baş ağrısı ve mide bulantısı gibi. Çocuğun okula gitmek istememesinin yaygın görülen sebebi; çocuğun ebeveynine olan aşırı bağımlılığıdır. Bazı durumlarda ise anne babalar çocuğuna aşırı bağımlı olduğundan ondan ayrıldıklarında huzursuz olurlar böyle durumlarda anne babalar farkında olmadan çocuğun aklına okul korkusunu sokarlar. Çocuklar anne babalarında ki bu huzursuzluğu fark ederler ve bu zayıflıklarından faydalanırlar ya da bu ayrılık korkusunu benimserler. Okul fobisinin oluşmasında ki diğer faktörler ise çocuk annesinin veya babasının onu okuldan almayacağını düşünmesi veya yaramazlık yaparsan öğretmen seni sınıfa kapatır gibi çevresinde ki insanların söylemlerinden kaynaklanabilir. Okul korkusu bazı durumlar da çocuktan veya ebeveynlerden kaynaklandığı gibi öğretmen tutumlarından da kaynaklanmaktadır. Öneriler · Bir uzmana başvurup destek alınmalıdır. · Çocuğun ebeveynlere aşırı bağımlı olması azaltılmaya çalışılmalıdır. Tek başına oyun oynaması veya tek başına aktivite yapması desteklenmelidir. · Okula gitmediği için tepkili davranmayınız. Kesinlikle baskıcı bir yöntem uygulamayın. · Çocuğunuza her konuda olduğu gibi okula gitmesi konusunda da tutarlı olun. · Çocuğunuza okulda yaşayacağı güzel şeylerden bahsedin. · Çocuğunuzun öğretmeni ve okulu ile işbirliği içerisinde olun. Psikolog Saynur İçyüz | ||||
| ||||
Tırnak yeme çocuklarda 4 yaşından itibaren kendini gösterebilmektedir fakat yetişkinlerde de kendini gösterebilen bir alışkanlıktır. Bu davranış ergenlik döneminde çocukluk dönemine göre daha fazla görülmektedir. Bunun sebebi genetik olabileceği gibi psikolojik de olabilir. Aile de ebeveynlerden birinde tırnak yeme davranışı var ise çocukta da olabilir. Psikolojik nedenleri ise çocuğun kendisini güvende hissetmemesi yani güvensizlik belirtisi olabilir veya baskıcı anne-baba tutumları, çocuğun devamlı eleştirilmesi, kıskançlık, korku, stres, heyecan durumlarında da bu davranış görülebiliyor. Bunun yanın sıra evde ki huzursuzluk yani anne-babanın devamlı tartışması ve çocuğun bu tartışmalara maruz kalması çocuklarda tırnak yeme gibi davranışlara sebep olur. Bu sebeplerin yanı sıra çocuklar tırnak yeme davranışını taklit yoluyla da öğrenebiliyorlar. Öneriler · Çocukta görülen bu davranış 3-4 yaşına kadar göz ardı edilmelidir. · Çocuğunuza baskıcı davranmayın. Tırnak yediği için onu azarlamayın, korkutmayın ve cezalandırmayın. · Çocuğun hangi durumlarda tırnaklarını yediğini araştırmak önemlidir. Korktuğunda veya gergin olduğunda bu davranışı yapıyorsa o anlarda çocuğu sakinleştirmek gerekir. · Çocuğun ilgisini başka yöne çekin. Örneğin, televizyon izlerken ağzını meşgul edecek bir etkinlik olabilir. · Hatırlatmak ve davranışı o an terk etmek amacıyla, tırnağa zararsız fakat acı bir sıvı sürebilirsiniz. · Çocuğunuza bu davranışın üstesinden gelebileceğini anlatın ve buna onu inandırın. Psikolog Saynur İçyüz | ||||
| ||||
Sosyal fobi, kişinin sosyal durumlar karşısında duyduğu aşırı korku, heyecandır; bir tür anksiyete rahatsızlığıdır. Başkaları tarafından eleştirilme, olumsuz değerlendirilme, yargılanma ve seyredilmekten yoğun şekilde kaygı duyarlar ve korkarlar. Kaygı ve korku yaşadıkları için bu durumlardan kaçınma eğilimindedirler. Kaçındıkları için bu durum kişinin iş, okul, özel hayatını olumsuz etkiler. Sosyal fobisi olan kişi başkalarının karşısında yemek yemek, çalışmak, kalabalık ortamlarda söz hakkı almak, sunum yapmak gibi korku ve heyecan uyandıracak durumlardan kaçınırlar. Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği’nde belirlenen sosyal durumlar şu şekildedir.
Sosyal fobinin iki çeşidi vardır; korkular birçok sosyal durumları kapsıyorsa yaygın tip, bazı durumları kapsıyorsa (partiye gitme, tanımadığı biriyle yüz yüze konuşma vb.) yaygın olmayan tiptir. Sosyal anksiyete bozukluğunun ileri ki aşamalarında kişi sosyal durumlarla karşılaştığında panik atak geliştirebilir. Buna ek olarak diğer somatik yakınmalar; yüz kızarması, terleme, bacaklarda gevşeme ve hızlı kalp atışı olarak sıralayabiliriz. Sosyal fobi de genetiğin rolü çok güçlü olmasa da vardır. Tabi ki ailesinde ya da akrabasında sosyal fobik olan birinde görülme olasılığı daha fazladır. En önemli nedenlerinden biri de beyinde serotonin adı verilen kimyasal maddenin sosyal fobisi olan kişilerde normalden daha az olduğu ileri sürülmüştür. Sosyal fobinin nedenlerinden biri biyolojik etken diğerleri ise psikolojik ve çevreseldir. Örneğin; sınıfta soruya yanlış bir cevap verdiği için alay konusu olan çocuk küçük düştüğünü, rezil olduğunu düşünür. Bu onu tekrar arkadaşları arasında soru cevaplamaktan alıkoyar. Aşırı koruyucu, red edici, sevgi veremeyen ya da katı anne babaların çocuklarında daha sık görülmektedir. Özetle; biyolojik etkenler düşük olasılık da olsa sosyal fobiyi tetiklemektedir. Bunun yanı sıra, geçmişte utanç verici veya küçük düşürücü bir olay yaşanmış ve bunun sonucunda sosyal fobi gelişmiş olabilir. Ayrıca anne-babaları tarafından aşırı korunmuş çocuklar bazı sosyal becerileri yeterince kazanamadıkları için onlarda daha sık görülmektedir. Sosyal fobinin tedavisinde ilaç ve psikoterapi uygulanmaktadır. Kişi de bulunan sosyal fobinin düzeyine bağlı olarak sadece psikoterapi de uygulanabilir ancak ilaç ve psikoterapi birlikte uygulandığında başarı daha yüksektir.
| ||||
| ||||
Tıp dilinde enürezis diye bilinen bozukluğun halk dilinde ki adı alt ıslatmadır. Çocukluk çağının en önemli ve en sık görülen bozukluklarından biridir. Enürezis; tekrarlayıcı nitelikte gece yatağına ya da gündüz elbiselerine idrar kaçırmadır. Bir çocuğa enürezis tanısı konulabilmesi için alt ıslatmanın 3 ay süreyle hafta da 2 kez gerçekleşiyor olması gerekiyor. Enürezis 5 yaş ve üzeri çocuklarda görülür. Enürezis başlangıcı ve seyrine göre primer ve sekonder olabilir. Peki primer ve sekonder nedir? Primer yani birincil tip; çocuk doğduğundan beri altını ıslatmamyı hiç öğrenememiş yani arada hiç kuru kalan bir dönem geçirmemiştir. Sekonder ise yani ikincil tip: altını ıslatmayı bir dönem bırakmış fakat daha sonra tekrar başlamış ise buna ikincil tip diyoruz. Örneğin; çocuk alt ıslatmayı bırakıyor daha sonra kardeşi oluyor ve kardeşinin doğumuyla istemsiz olarak alt ıslatma tekrar başlıyor. Bu örnekte bahsedilen çocuk için sekonder enürezis diyebiliriz ve sekonder enüreziste çocukta davranış problemi görülüyor. Alt ıslatma fizyolojik bir rahatsızlık olabilir mi? Alt ıslatma tabi ki fizyolojik rahatsızlıklardan kaynaklanabilir. Enürezis tanısı koymadan önce çocuğun fizyolojik olarak incelenmesi istenmelidir. Örneğin; idrarımızı tutmaya yarayan kaslara bakmak gerekir. Eğer fizyolojik bir rahatsızlık söz konusu değil ise enürezis tanısı konulabilir. Enürezis kimlerde görülür? Enürezis 5 yaş üzeri çocuklarda görülür ve 5-7 yaş arası en sık görülen yaş aralığıdır. Sosyal açıdan dezavantajlı olan çocuklarda daha sık görülür. Babadan uzaklaşma ya da baba kaybı özellikle erkek çocuklarda enürezis başlangıcı olabilir. Çoğu rahatsızlıkta olduğu gibi enüreziste de genetik önemli bir faktördür. Ebeveynlerde var ise çocuklarda görülme riski 5 kat, anne de var ise çocuklarda görülme riski 7 kat artıyor. Tedavisi nasıl oluyor? Psikiyatr ve psikolog birliği ile tedavi edilen bir rahatsızlıktır. Öncelikle tanı konulduktan sonra bir ilaç tedavisi gerekmektedir ve büyük yarar sağlanmaktadır. İlaca ek olarak psikoterapi ile tedavi devam etmektedir özellikle sekonder enüreziste psikoterapinin önemi büyüktür. Bu bozukluğa sahip olan çocukların genellikle uyku düzenleri iyi olmuyor ve öncelikle bu uyku düzenini iyileştiriyoruz. Kesinlikle tedavi edilmesi gereken bir bozukluktur. Psikolog Saynıur İçyüz | ||||
| ||||
Saldırganlık her insanda varolan bir dürtüdür. Belli yaşlarda normal bir tepki biçimi olarak kabul edilebilirken belli yaşlardan sonra artık normal karşılanmamaktadır. Bebeklik döneminde bile saldırganlık mevcuttur. Örneğin bebeğin istediği bir şey karşılanmadığında sinirlenir ağlar amaçsızca ellerini ayaklarını vurur. Özet olarak, saldırganlık çocukların belli dönemlerinde normal bir tepki biçimi olarak kabul edilebilir. Erken dönemde görülen saldırganlık; çocuk henüz dil gelişimini tamamlayamadığı için kendi ifade edemez, ifade edemediği anlaşılamadığı için de beden diline başvurur, saldırgan davranışlar gösterir. Her davranış ödüllendirilerek pekişir ve saldırganlık davranışı da yetişkinler tarafından ödüllendirildiğinde pekişir. Toplumumuzda genelde erkek çocukların saldırganlığı onaylanır (Aferin oğlum, seni döveni sende dövmelisin). Sevgi ve ilgi özellikle çocuklarda oldukça önemlidir. Gerekli ilgiyi, sevgiyi ve kabulu göremediğinde çocuk saldırganlaşır. Çocuk otoriter veya aşırı hoşgörülü bir aile de yetişmesi ya da çocuğun evde şiddet görmesi bu davranış açığa çıkarabilir. Ailenin önemli olduğu kadar çevre de önemlidir. Çocuğun çevresinde ki değişiklikler saldırganlık neden olabilir. Bunun yanı sıra çocukların oynadığı bilgisayar oyunları ya da televizyon bu davranışı tetikliyor olabilir. Tabi ki aile ve çevresel faktörlerin yanı sıra fizyolojik sorunlarda bu davranışa sebep olabilir. Örneğin; beyin zarı iltihabı, beyin zedelenmesi vb. Aileye Öneriler: · Öncelikle çocuğunuza saldırgan anne-baba modeli olmayın. · Çocuğun saldırganlığına neyin sebep olduğunu öğrenip onu ortadan kaldırmak en etkili yoldur. Çocuğun saldırgan davranışlarına karşı katı ve tutarlı bir tutum geliştirin. · Çocuğunuz sinirliyken onunla tartışmaya girmeyin sakinleşmesini bekleyin ve daha sonra konuşun. · Çocuk beklentileri karşılayamadığında saldırgan olur bu sebeple çocuğunuzdan yaşına uygun beklentileriniz olmalı. · Çocuğunuza beklediği ilgiyi ve sevgiyi gösterin. Çocuğunuzla kaliteli zaman geçirin. · Şiddet içeren televizyon programları izletmeyin ve şiddet içeren oyunlar oynatmayın. · Çocuğunuzun saldırganlığını aşamadığınızı düşünüyorsanız veya saldırganlığının sebebini anlayamıyorsanız mutlaka bir uzmandan yardım alın. | ||||
| ||||
Çocuğunuza Sınır Koymakta Zorlanıyor musunuz? Kural tanımayan çocukların anne-babaları şu soruyla karşılaşır; ‘’Neden bazı çocuklar sorun yaratmazken bizim çocuğumuz sorun yaratıyor?’’ Her insanda davranış ödüllendirilerek pekişir. Çocuklarda da iyi ya da kötü davranış pekiştirilir ve çoğu zaman aile farkında olmadan kötü davranışı ödüllendirir. Örneğin; Ayşe okula gitmemek için ağlıyor, kendini yerlere atıyor ve siz kıyamayıp bir seferlik diye düşünüp onu okula götürmezseniz bu davranış çocukta pekişir ve bu davranışı tekrarlama olasılığı çok yüksektir. Ebeveynlerin kuralları katı olmalıdır fakat katı olduğu kadar saygılı da olmalıdır. Kurallar ne çok geniş ne de çok kısıtlayıcı olmalıdır. Açık ve net belirlenmiş sınırlarınız olmalı ve bu sınırlar içerisinde çocuklara seçme hakkı ve özgürlük sunmalısınız. Bu yaklaşım ile çocuklar kendi problemlerini çözebilirler ve problemi birlikte karşılıklı saygı ile çözdüğünüzü göreceksiniz. Çocuklara seçimlere sunun ve bu seçimlerin sonuçlarını öğrenmelerine izin verin. Örnek: İki kardeş çizgi film kanalı için kavga ediyor. Her ikisi de farklı kanalı izlemek istiyor. Bu sırada ebeveynlerden birinin duruma müdahale etmesi gerekir. Bu konuyu sakince konuşup çözüme bağlamayı istediğini dile getirdiğinde her iki çocukta konuyu konuşmak için hazır olacaktır. Bu konuyu nasıl çözebiliriz? Diye sorduğunuzda her iki çocukta kendini savunacaktır bu durumda çocuklarınıza iki ya da daha fazla seçenek sunarak hangisini uygulamak istediklerini sorun ve onları aynı seçeneği seçmelerine teşvik edin (ortak bir karar da anlaşacaklardır). Daha sonra onları sözleriniz ile ödüllendirin (Aferin çocuklar sakince çözebileceğinizi biliyordum gibi). Son olarak, yaptıkları seçimi uygulamazlar ise hangi durum ile karşılaşacaklarını onlara anlatın (Tekrar bu konu yüzünden anlaşmazlık çıkarsa televizyonu kapatmak zorunda kalırım). Yeni bir tartışma çıkarsa, ebeveyn televizyonu kapatmalıdır çünkü çocuklar yaptıkları seçimin sonuçlarını öğrenmelidirler. Bu örnekte, anne sakin bir şekilde çocuklarına açık bir mesaj vermiştir ve problemi iş birliği ile çözmüşlerdir. Yine sınırlar konusunda anne babanın tutarlı olması oldukça önemlidir. Sınırlarınız katımı yoksa belli belirsiz mi? Katı sınırlarınızın olması demek çocuğa söylediklerinizi eylemleriniz ile desteklemektir. Bu sayede çocuklar sözlerimize dikkat edip, onları ciddiye alırlar ve bizimle iş birliği yapmayı öğrenirler. Katı sınırlarınız için etkili sözlü mesaj ve hareketlerinizde ki etkili mesajları kullanın. Katı sınırlar çocuğunuz ile işbirliği yapabilmenin en kolay yoludur.
Psikolog Saynur İçyüz | ||||
| ||||
Karnesi iyi gelen cocuklar eve mutlu bir sekilde giderken, kötü karnesi olan çocuklar ailelerinden alacağı tepkilerden korkarak evden kacıyorlar. Bu tür haberleri her sene haberlerde görebiliyoruz. Aslında karnenin nasil geleceği dönem icinde belli oluyor. Çocuklarin getireceği karneye kızmadan önce biz onlara ne verdik durumu da önemli bir konu oluşturuyor. Derslerine sürekli günü gününe çalışan öğrenci elbette çalısmasının sonucunu görecektir. Hiç ders calışmayan ve aile tarafından ders calışmaya yönlendirilmeyen öğrencilerden iyi bir not alması veya iyi bir karne alması beklenemez. Bunun icin ilk önce coçuğumuzun durumunu bizim bilmemiz gerekir ve davranisimizi tavrimizi ona göre oluşturmalıyız. Karnesi iyi gelen cocuğa ödül verilirken karnesi kötü gelen öğrenciye neden ceza veya birseylerden mahrum etme tavrina geciyoruz? Ceza ve birşeylerden mahrum edilince çocukların durumu değişmeyecektir. Sadece kendini kötü hissetmesine, ailesi tarafindan sevilmediğine ve kendi içinde yasayacağı karmaşıklıklara neden olacaktır. Cocuğumuzun kişiliğine zarar vermeden onları incitmeden onlarin anlayacağı şekilde konuşmamız gerekir. Şimdi alacakları karne daha ara karnedir. Bu karneyi görerek coçuğunuz neleri eksik neleri yanlış yaptığını görmenize yardımcı olur. Kızmak, bağırmak yerine arkadaşça neden böyle bir karne getirdiğini neleri yanlış yaptığını veya sizin neleri yanlış yaptığınızı konuşmak hem coçuğun kendini daha rahat ve emniyette hissetmesine hem de birşeylerin sonu değilde baslangıcı olmasına yardımcı olur.Belki evdeki huzursuzluktan calışamamıştır, belki ailden çekindiği anlatamadığı durumlar olmuştur, belki dersi sevmiyordur, belki de dersi anlamıyordur. Bunların çaresi konuşarak sebepleri öğrenip coçuğa bu konuda ailesi olarak yardim edilmesidir. Bazı durumlarda aileler ne yapmaları gerektiğini nasıl davranması gerektiğini bilmiyor olabilirler. Bu durumda bir psikologtan yardim alabilirler.
İrtibat; 724danismanlik 02163476003 05333738123 | ||||
| ||||
Günümüzde, şiddet gören çocukların sayısı giderek artmaktadır. Şiddet, fiziksel olabildiği gibi psikolojik, cinsel istismar da olabilir. Çocukların bazı davranışları öğrenmesi dışarıdan etkenlere bağlıdır ve şiddet içeren davranışlar da bunlardan biridir. Çocuk şiddete maruz kaldığında bunu öğrenir ve çevresindekilere belki de daha fazlasını içeren bir şiddet gösterir. Şiddet gösteren kişiler genellikle kendilerinden güçsüz kişilere şiddet uygular; bunlar çocuklar olabilir. Aileler, çocuklarına uyguladıkları şiddetle mevcut sorunu çözebileceklerini düşünürler ancak gelecekte oluşabilecek sorunları göz ardı ederler. Şiddet karşısında çocuk korkmuş ve sorun yaratan mevcut davranışı durdurmuş olabilir ancak bu bir çözüm değildir. Gelecekte oluşacak sorunların belki de başlangıcıdır. Anne-babaların cezaları bazen fiziksel bir cezaya dayanabiliyor ancak fiziksel cezaya maruz kalan çocukların kaygı düzeyleri şiddet görmeyen çocuklara göre daha yüksektir. Şiddet gören bazı çocuklar içine kapanabildiği gibi bazıları da utanmayan veya halk dilinde arsız diye nitelendirilen çocuklardan olabiliyorlar. Fiziksel cezaya maruz kalan çocukların depresyon yaşamaları ve sosyal ilişkilerinin zayıf olması diğer çocuklara göre daha yüksek ihtimaldir. Aynı anda korku, çaresizlik ve değersizlik hislerini yaşamaktadırlar. Çocuklar sadece kendilerine gösterilen şiddetten öğrenmezler bu davranışı aynı zamanda anne-baba arasında ki davranışları gözlemleyerek de öğrenebilirler. Çocuk, annesini döven babasının davranışını gözlemleyerek de saldırganlığı öğrenebilir. Şiddete maruz kalmış ya da tanık olmuş çocuklar da sık irkilme, korku, endişe, alt ıslatma, karın ağrısı, dil gelişiminde gerileme, sinirlilik, dürtüsel davranışlar, özgüven azalması ve okulda başarısızlık gibi durumlar görülebilir. Çocuklar bir çok durumu ailelerinden öğrendiği gibi ilişki kurma biçimini de aileden öğrenirler. Aile içinde ilişki kurma biçimleri ne şekilde ise dışarda da buna benzer bir ilişki kurarlar. Bunun yanı sıra bazı oyunlar, televizyon programları ve hatta bazı çizgi filmlerde şiddet içermektedir. Çocuklar medya da gördükleri bu olumsuz davranışları da taklit edebilirler. Çocukları cezalandırmanın bile bir sınırı vardır. Çocuklarınızı cezalandırırken fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamadığınızdan emin olun. Sinirlendiğiniz zaman eğer mümkünse o ortamdan bir süre uzaklaşmaya çalışın. Çocuğunuza neden sinirlendiğinizi ondan ne beklediğinizi güzelce açıklayın. Unutmayalım ki sevginin açamadığı hiçbir kapı yoktur..
| ||||
| ||||
A. Aşağıdakilerden birinin ya da birden fazlasının sık ortaya çıkması ile belirli, konuşmanın olağan akıcılığında ve zamanlama örüntüsünde bozukluk olması (kişinin yaşı için uygun değildir): (1) Ses ve hece yinelemeleri (2) Sesleri uzatma (3) Ünlemlemeler (4) Sözcüklerin parçalanması (örn, bir sözcük içinde ara vermeler) (5) Duyulabilir ya da sessiz bloklar ( konuşma sırasında doldurulan ya da doldurulamayan ara vermeler) (6) Dolambaçlı yoldan konuşma söylenmesi sorunlu sözcüklerden kaçınmak için bu sözcüklerin yerine başka sözcükleri kullanma (7) Sözcükleri aşırı gerginlikle söyleme (8) Tek heceli sözcük yinelemeleri örn, Be-Be-Be-Ben onu gördüm B. Konuşma akıcılığı bozukluğu okul başarısını, mesleki başarıyı ya da toplumsal iletişimi bozar. C. Konuşmayla ilgili- motor ya da duyusal bir bozukluk ya da çevre yoksunluğu varsa bile, konuşma zorlukları genellikle bunlara eşlik edenlerden çok daha fazladır.
Kekemelik genellikle çocuklukta başlamaktadır ve derecesi duruma ve özel kelimelere göre değişkenlik göstermektedir. Bazı kekemeliklerde, akıcılıkta ki rahatsızlık akademi ya da mesleki başarıyı ya da sosyal ilişkiyi engelleyecek kadar şiddetlidir. Kekelemenin kesin nedeni bilinmemektedir, ancak çeşitli varsayımlar bulunmaktadır. Geçmişte kekelemenin çatışmalar, korkular ve nevrozlara cevap olarak oluştuğu varsayılmıştı. Kekeleme, belirli stresli durumlarda derecesi artış göstermektedir. Kekeleme, olasılıkla genetik ve çevresel etkenleri içeren etkileşen değişkenler topluluğundan dolayı ortaya çıkmaktadır. Kekeleme tanısı koymak zor değildir, tanı kriterleri kolaylıkla tanınabilir. Kekemelik, genellikle dil gelişiminin erken dönemlerinde ortaya çıkar (2-6 yaş). Kekemeliğin ortaya çıkma yaşı bazı durumlarda, okul çağına, nadiren yetişkinliğe rastlamaktadır. Okul öncesi yıllarda görülen normal konuşma akıcılık bozukluğunu, kekeleme başlangıcından ayırd etmek güçtür. Kekeleme de daha fazla kısmı kelime tekrarları, ses uzatmaları ve vokal yolda ses akımında bozulmalar bulunmaktadır. Kekemeliğin hafif olduğu durumlarda kendiliğinden de geçebildiği gibi kalıcı da olabilir. Kekemeliğin derecesi ne olursa olsun bir uzmana danışmakta yarar vardır.
| ||||
| ||||
WISC-R EĞİTİMİ (29-30 Kasım 2014) EĞİTİMİN AMACI: WISC-R zeka testini uygulama, değerlendirme ve raporlama yeterliliği, yetkinliği ve ehliyeti EĞİTİMİN TANITIMI: Wisc-R zeka testi 6–16 yaş grubuna yönelik uygulanan bir zeka testidir. 1949 yılında David Wecsler tarafından geliştirilmiştir. Ölçek 1974 yılında gözden geçirilmiş ve standardizasyonu yapılmış böylece WISC- R (Revize Edilmiş Versiyonu) ortaya çıkmıştır. Test; 6 sözel, 6 performans olmak üzere 12 alt testten oluşmaktadır. Test sonucunda bireyin sözel, performans ve genel olmak üzere üç zeka bölümü yani üç IQ puanı elde edilir. EĞİTİM PROGRAMI: Eğitim süresi 2 gün/16 saattir. Programda ilk önce alt testlerin tanıtımı, anlatılması, nasıl yapıldığı, nasıl raporlandığı bilgileri aktarılacak daha sonra raporlama örnekleri gösterilecektir. Katılımcıların yapacakları uygulamaların süpervizyonunun ardından belgeleri verilecektir. EĞİTİMCİ: Psikolog Saynur İÇYÜZ EĞİTİM SONUNDA VERİLECEK BELGE: Uygulayıcı Sertifikası – 7/24 Psikolojik Danışmanlık Onaylı EĞİTİM ÜCRETİ: 800 TL EĞİTİME NASIL KATILABİLİRSİNİZ: 0505 767 58 850505 767 58 85 numaralı telefondan arayarak kayıt yaptırabilirsiniz. Eğitim verileceği yer 7/24 Danışmanlık- Kadıköy Rıhtım | ||||
| ||||
Anne-babaların ve bizlerin en çok karşılaştığı problemlerden biridir inatçılık. İnatçılık 2-3 yaşında başlar ve daha sonra ki yaşlarda azalır. Ergenlik döneminde bu inatçılık tekrar ortaya çıkar. Yani çocukluk döneminde yaşanılan inatçılık ergenlik döneminde yaşanılan inatçılığın bir provasıdır. Bu yaşa kadar ebeveyn çocuğu besler, tüm bakımını yapar fakat çocuk 2 yaşına geldiğinde istediğini anlatabilir, tek başına yürüyebilir yani çocuk özerklik kazanır bu yüzden istemediği şeyler reddeder ve hayır kelimesini çok sık kullanır. Bu dönem de çocuk için sadece kendi istekleri önemlidir başkalarının da istekleri olabileceğini anlayamaz. Bu yaş döneminde çocuk çevresindekiler ölçer; ‘’Ben ne kadar ağlarsam istediğim oluyor? Üç kere ağlarsam annem istediğimi yapıyor, altı kere ağlarsam babam yapıyor’’ yani çocukların zihninde çevresindekileri ölçen görünmez bir cetvel vardır. Çocuklar kendi bağımsızlıklarını ve ebeveynlerin sınırlarını sınarlar bu dönemde çocuğunuzu bağımsızlığını kazanması için onu cesaretlendirin aynı zaman da kural ve disipline ihtiyacı olduğunu da unutmayın. Yine bu dönemde en çok görülen davranış ısırma ve vurmadır. Böyle bir davranış ile karşılaştığınızda çocuğa yapmaması gerektiği ile ilgili kısa bir açıklama yapın ve onu o ortamdan uzaklaştırın. Bu davranışından dolayı tepki verdiğinizi ona belli edin ve yapacağı komik davranışlarında hemen yumuşamayın. Kendini ifade ettikçe ve sizin tepkinizi gördükçe bu davranış azalacaktır. Ergenlik döneminde ise bu inatlaşma kimi çocuklar da daha sert geçerken kimi çocukta pek kendini göstermemektedir. Ergenlik döneminde ki inatlaşmanın sebebi ise kimlik arayışıdır. Bu dönemde yine çocuğunuzun kimlik arayışına destek olun fakat kurallı ve tutarlı olmayı unutmayın. Bu dönemlerde en önemli şeylerden biri anne-babanın birlik olmasıdır yani annenin ‘hayır’ dediği bir şeye babanın da ‘hayır’ demesi. Nedenleri ise çocuğun isteklerinin zamanında karşılanmaması, çocuğa karşı şiddet ve katı bir ceza sistemi uygulanması ve devamlı çocuğun istekleri ile anne-babanın isteklerinin çelişmesi. Örneğin; 16 yaşında ki bir çocuğun hafta sonu okul gezisine gitmek istemesi fakat ailesinin o hafta sonu ders çalışmasını istemesi gibi. Anne-babaya öneriler: · Çocuğunuza öfkeli ve tepkili yaklaşmayın. · Çocuğunuza karşı kurallarda tutarlı davranın ve anne-baba olarak ortak karar alıp davranın. · ‘Hayır’ kelimesini söylediğiniz de nedenini de açıklayın ve beklentinizi söyleyin. · Çocuğunuzla inat savaşına girmeyin onula rakip değil bir olduğunuzu hissettirin. · Çocuğunuz inatçı davrandığı zamanlarda dikkatini başka yöne çekmeye çalışın. · Kendi başına yapabileceği işlerde onu destekleyin(yemek, giyinmek, oyuncaklarını toplamak vb.) Çocuklar da inatlaşma dönemi oldukça normal bir dönemdir fakat dikkat edilmesi gereken bir dönemdir. Çocuğunuzun inatçılığı ile baş etmekte zorlanıyorsanız, kurallarınızı net koyamıyorsanız ve anne-baba olarak tutarlı davranamıyorsanız bir uzman yardımı almakta fayda olacaktır. Psikolog Saynur İçyüz | ||||
| ||||
Gün geçtikçe teknoloji hayatımıza da fazla dahil oluyor. Çocuklar istedikleri zaman telefonlara, tabletlere veya bilgisayarlara çok kolay ulaşabiliyorlar. Sık karşılaştığımız görüntülerdendir; bir bekleme odasında sıkılmasın diye çocuğun eline tablet verilmesi, yemeğini yesin diye bilgisayardan video açılması (pasif kullanım), yolda sıkılmasın diye telefon verilmesi(aktif kullanım). Teknolojinin, internetin yoğun kullanımı sonucu sosyal, akademik ve psikolojik sorunlar oluşabilmektedir. İnternetin yoğun kullanımı sonucu bazı sorunlar ortaya çıkabildiği gibi internet günlük yaşantımızı doğru kullanıldığı sürece bilgi edinme, bilgiyi daha kolay paylaşma konusunda kolaylaştırmaktadır. İnternet bağımlılığı diğer bağımlılıklara göre daha erken yaşlarda başlıyor. Her yaştan insan için bu bağımlılıktan bahsedebiliriz. Facebook, twitter, instagram vb. sosyal ağlarda saatler geçiren ergen ve yetişkinler için de bu bağımlılıktan bahsedebiliriz. Herkes tarafından kabul edilen, hızla gelişen teknolojinin çocuk ve gençlerin duygusal ve sosyal gelişimini etkilediğidir. Genç ve yetişkinlerde internetin sosyal izolasyona yol açtığı bilinmektedir. İnternet bağımlılığında eşlik eden başka psikiyatrik bozukluklar olabilir. İnternet bağımlılığı olan kişilerde görülen bozukluklar; sosyal fobi ya da depresyon da olabilir. Bu durumlarda eşlik eden rahatsızlıklar internet bağımlılığının sebebi ya da sonucu da olabilmektedir. Dikkat eksikliğinin gelişmesinde internet başında uzun süre zaman geçirmenin etkisi olduğu görülmektedir. İnternet bağımlılığının belirtileri; internette geçirilen sürenin giderek artması, bu artan sürenin okul, iş, ve aile hayatında sorunlar yaşanması, internet kullanımını azaltma durumunda sinirlilik, agresif davranışlar, huzursuzluk gibi şikayetlerin olması, internet kullanımını azaltmaya ilişkin girişimlerin başarısız olması gibi belirtiler internet bağımlılığının belirtileri olabilmektedir. 1966'da Dr. Ivan Goldberg tarafından "İnternet Bağımlılığı Bozukluğu" tanımlanmıştır. İnternet disorder (IAD) internet tutkunluğu bozukluğunu, tanımlamak zordur. Birçoğu kişi gerçekten (online) haberleşme ağınla çok vakit geçirmektedir ancak birçok kişi okuyarak, TV seyrederek, arkadaş ve sosyal aktivitelerinide ihmal eder. Durum böyle olunca internet bağımlılığından söz etmeye başlayabiliriz. Günümüzde, internet bağımlılığının sık görülen ve tedavisi gerekli bir rahatsızlık olduğunu unutmayalım.
| ||||
| ||||
ÇOCUKLAR DA DEPRESYONA GİRER ! Psikolog Seden Nazlı BAŞAK Depresyon yaşayan çocuk daha mutsuz oluyor, neşesi kaçıyor, gündelik yaşantısında isteksiz veya verimsiz oluyor. Nasıl mı?Çocuklar hem ekonomik, hem de sosyal açıdan ailenin kontrolü altında olmaları, üstelik yaşı küçük olanların kendilerini ifade etmelerindeki güçlükler nedeniyle, öncelikle anne babaların veya çocuğu yetiştirmekle yükümlü olanların çocukta bir problem olup olmadığı konusunda uyanık olmaları gerekmektedir. Birçok hastalığın da bilinen başlama yaşı, ergenlik çağlarıdır. Anne babalar ve çocuğun yakın çevresi çocuktaki problemi fark etseler bile yalnızca problemin kendisine odaklanıyorlar; ders çalışmama, tırnak yeme gibi. Tek probleme yoğunlaşmak aile ile çocuk arasındaki çatışmayı daha da artırıp çocuğu da olumsuz etkileyebiliyor. Çocuk Sorumluluktan Kaçar Çocuklarda depresyon hangi belirtilerle ortaya çıkar ve çocukta gözlenen davranış farklılıkları nasıl olur? Öncelikle depresyonu genel hatları ile özetleyecek olursak; kişi zamanının çoğunda mutsuzdur, üzgündür, önceden keyifle veya kolaylıkla yapabildiği aktivite veya sorumluluklardan kaçmaya başlar, uyku ve iştah düzeni bozulur, motivasyon azlığı nedeni ile dalgınlık, unutkanlık, dikkatsizlik, ölüm düşünceleri geçer aklından, ruhsal ve fiziksel huzursuzluğu dışardan bile gözlenebilir, kendine güvensizlik hatta yetersizliğin getirdiği suçluluk duyguları yaşanır. Çocuklar da bu belirtileri gösterirler; ancak çocuğun gelişim özellikleri ve sosyal ilişkilerine bağlı olarak farklı belirtiler de klinik tabloda görülebilir. Küçük çocuklarda ifade becerisi zayıf olduğu için daha çok davranış problemleri ile karşımıza çıkarlar. Genellikle anne babalarının kontrolü altında olduklarından; problem de anne babanın bakışı tarafından şekillenir.. Çocuklarda depresyonun belirtileri şu şekilde sıralanabilir:
- Kızgınlık ve huysuzluk - Devamlı görülen mutsuzluk ve umutsuzluk hissi - Sosyal hayattan geri çekilme - Reddedilme veya onaylanmamaya yönelik aşırı hassasiyet - İştahta artış veya azalma - Uyku düzenindeki değişimler – aşırı uyku ya da uykusuzluk - Bağırma ve ağlama nöbetleri - Konsantrasyon güçlüğü - Düşük enerji ve halsizlik - Tıbbi müdahaleye yanıt vermeyen fiziksel şikayetler (örneğin mide veya baş ağrısı) - Değersizlik veya suçluluk hissi - Düşünme ve odaklanma süreçlerindeki aksamalar - Ölüm ya da intihar düşüncesi İrtibat no : 0216 347 60 03 | ||||
| ||||
Günümüzde çocuklarda ve gençlerde en çok karşılaştığımız bir durum. Peki, nedir bu dikkat eksikliği? Çocukların öğrenmelerini geciktiren, kolay unutmalarını sağlayan, ders başarılarını engelleyen ve aileleri arasındaki problem yaratan bir durumdur. Genel olarak bakarsak dikkat eksikliği birkaç şekilde karşımıza çıkar. 1) Hafif durum dediğimiz; çocuklarımızın sınavlarda basit hatalar yapmasına, kendi başlarına çalışmak istemedikleri ve kitap okuma konusunda zorluk çektikleri bir durumdur. 2) Orta düzeyde ise çocuklar veya gençler daha çabuk sıkılır. Derslerinin başına uzun süre oturamazlar ve sınavlarında daha çok hata yaparlar. Dikkat eksikliğini öğrenci koçu ile beraber nasıl çözeriz? Nasıl bir süreç işler? Bir sürece başlandığında hem ailenin hem öğrencinin motivasyonu ve inancı tam olmalıdır. Süreç içerisinde tabii ki zorluklar ile mücadele edeceğiz ama hiçbir zaman pes etmek yok! Farklı yollar ve metotlar deneyerek hem ailenin hem de öğrencinin ulaşmak istediği yere ve hedefine ulaşacağız. Bu bir süreçtir ve çözüme odaklanmalıyız! Dikkat eksikliğini öğrenci koçu ile beraber; - Çocukların öğrenmelerini kolaylaştıran aktiviteler. - Hafızayı kuvvetlendiren egzersizler. - Ders çalışma isteklerini artırmak. - Sınavlarda başarıya odaklanmak. - Motivasyonu artırmak. - Analitik düşünsel gücü artırmak. - Özgüveni ve özsaygıyı benimsemek. - İnanmak. Ve birçoğunu öğrenci koçu ile beraber faydalı, yararlı ve en iyi şekilde sürecin bittiğinde birey/öğrenci istediklerinin ve hedeflerinin peşinde emin adımlarla yol alacaktır.
ÖĞRENCİ KOÇU ve PROFESYONEL KOÇ SİNAN SEYFİ YETKİNER 0 535 022 21 13 0533 373 8123
| ||||
| ||||
ÖDEV KAOSU KOÇLUĞU
Her zaman çocuklarımızdan duyduğumuz “Bugün ödev yapmak istemiyorum.”, “Çok ödevim var nasıl yapacağım?” gibi cümleleri çocuklarımızın lehine çevirmek istemez miyiz? Elbet hepimiz isteriz çocuğumuzun başarısını ve daha iyi olmasını. Bu durumda anne ve babaya birçok görev düşüyor. Öncelikle ebeveynlerin daha sabırlı ve tutarlı olmaları çocuğumuzun konunun ciddiyetini daha iyi kavramasına neden olacaktır. Öncelikle okul çağındaki çocuğumuzun okuldan eve geldikten sonra yapacakları planlı ve programlı bir şekilde belirlenmelidir. - Çalışma saati - Oyun oynama zamanı - Yemek yeme saati - Anne, babası ve büyükleri veya kardeşleriyle zaman geçirme saati - Uyku saati belirlenmelidir. Çocuğumuza anlayabileceği bir dille göz teması kurarak anlatılmalıdır. Uygulamaya geçildiği zaman ödev yapmak istemeyen çocuğumuza; “Eğer ödevlerini bitiremez veya tamamlayamazsan oyun saatinde ödevlerini yapmak zorunda olacaksın ve böylece oyun saatini oynayarak geçiremeyeceksin.” demeliyiz. Veyahut ödevlerini tamamlamada zorluk çeken çocuğumuz için; “ Ödevlerini tamamlayamaz ve gelişi güzel yani özensiz ve düzensiz yaparsan, televizyon izleme ve dinlenme saatini kullanamayacaksın. Elinden gelenin en iyisini yapacağını biliyoruz. Yaptığında ödül olarak televizyon izleme kazanacaksın.” Bu yaklaşımlar ile çocuğumuza yaklaşarak doğru olanı ve yapılması gerekeni tatlı bir dille uygulamış olacağız. Bu durumda anne ve babanın düzenli olarak takip etmesi, ödevlerinin esiksiz, özenli ve düzenli yapıldığı takdirde sözlemiz ile de ödüllendirmeliyiz. Örneğin; sen harikasın, beni çok mutlu ettin, çok başarılısın, bu şekilde davranman çok hoşuma gitti. Bunları söylediğimiz zaman çocuğumuzun da özgüveni yerine gelecek ve yüreklenecektir. Bu adımları izleyerek evimizdeki ödev kaosunu ortadan kaldırmış ve ders çalışmaya istekli çocuklarımız olacaktır. Gerek görüldüğü ya da destek alınması gereken durumlarda öğrenci koçları ile beraber çalışılarak daha da iyi bir yol çizilebilir.
ÖĞRENCİ KOÇU ve PROFESYONEL KOÇ SİNAN SEYFİ YETKİNER 0 535 022 21 13 0533 373 8123
| ||||
| ||||
Yasal Uyarı: Bu sitenin içeriği ziyaretçilerini bilgilendirmeye yönelik hazırlanmış olup sağlıkla ilgili konularda tıbbi teşhis, tedavi veya reçete bilgisi özelliği taşımaz. Site, sağlıkla ilgili tüm konularda en doğru bilginin hastayı muayene eden doktorundan veya psikologundan öğrenilebileceğini savunur. Sitedeki bilgiler teşhis veya tedavi amaçlı kullanılmamalıdır. Bu bilgilerin yanlış anlaşılması veya kullanılmasından doğabilecek mağduriyetlerden bu site sahipleri, sorumluları veya yazarları sorumlu tutulamaz. Bu sitedeki bilgileri kopyalama, nakletme veya diğer kullanımlar kesinlikle yasaktır. Web sitesindeki bilgilerin kullanımı 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hükümlerine ve site sahibinin iznine bağlıdır. Tüm kullanıcılar yukarıda belirtilen yasal uyarıyı tamamen ve çekincesiz olarak kabul etmiş sayılırlar.
Bu sitedeki yazılar "anayasal bir hak olan bilgilenme ve bilgilendirme" amacıyla paylaşılmaktadır. Size özel profesyonel yardım almak için yaşadığınız psikolojik sorunları mutlaka bir ruh sağlığı uzmanıyla karşılıklı görüşünüz. Bu sitede yer almak isteyen psikolog, pedagog, sosyolog, psikiyatrist, sosyal hizmet uzmanı, aile terapisti, evlilik terapisti, cinsel terapist, psikiyatri hemşiresi, yaşam koçu, aile koçu, evlilik koçu veya diğer ilgili pedagojik psikolojik danışmanlar başvurabilir. Yazı gönderen uzmanların tüm yasal sorumluluğu kendilerine aittir. Bu siteyi satın almak isteyen kişi veya kurumlar için site ve domain ücretimiz: 33.000 TL dir. Bu site yardım, reklam ve sponsorlar desteğiyle yayın hayatına devam ediyor. Herhangi bir kuruma ait olmadığı gibi herhangi bir kurumu veya kişiyi hedef almamaktadır.
Jenerik isime sahip, içeriği güçlü 15 yıllık Kişisel gelişim, Sosyoloji, Eğitim, Matematik, Geometri, Pedagoji, Yaşam Koçluğu ve Psikoloji sitesi satılıktır. Fiyatı: 10.000 Dolar | ||||
| ||||
Bugün kadın erkek ilişkileri ile ilgili görsel sonucu sizlere en çok şikayet edilen kadın,erkek ilişkilerinden bahsetmek istiyorum. Mylife PsikolojiK ve danışmanlık merkezi :0505 76758 85 Yaşam Koçu Dilruba Gündüz 0530 164 20 34 | ||||
| ||||
| ||||
| ||||
Yaşam; doğduğumuz an itibariyle başlayıp bir birey olduktan sonra sosyal hayata atılmamızla devam eden ve son nefesimizi verene kadar devam edecek olan bir sürece verdiğimiz isimdir. Kişilerin yaşam koşulları her ne kadar kendi ellerinde gibi gözükse de her bireye verilen koşul aslında tam olarak kendi elinde değildir fakat bu koşulları iyileştirip, güzelleştirmek tamamen kişiyle alakalı bir durumdur. Peki, kişi bu yaşam koşullarını nasıl düzenleyebilir? İşte tam bu nokta da devreye “Yaşam Koçu” dediğimiz sistem devreye girer. “Yaşam Koçluğu” bir meslek olarak 1950’li yıllarda ABD, İngiltere ve Avustralya’da uygulanmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise son bir kaç yıldır gündemde olan ve hızla yayılan bir meslektir. Yaşam koçluğu bir meslekten de öte gelişim ve eğitimin bir parçası olarak görülmelidir. Yaşam koçluğu bu konu üzerinde eğitim almış kişiler tarafından yapılır. Yaşam koçunun görevi danışanını gözlemlemek, hedef belirlemek, ona iyi gelecek çözümleri danışanın kendisinden elde etmek, ilerlenecek yolda onu teşvik etmek,yaşam kalitesini artırmak,danışanın ilgi ve becerilerini ortaya çıkarmak ve bu becerileri geliştirmek üzere kişiye yol arkadaşlığı yapmaktır. Yaşam koçu ile psikolog birbirinden ayrılan, ayrılması gereken mesleklerdir. Psikolog geçmiş üzerinde konuşup çözümlemeler bulmaya çalışırken, yaşam koçu o anla ilgilenip geleceğe yönelik değerlendirmelerde bulunur. Bu değerlendirmeler danışana birer nasihat şeklinde değil, yaşam koçunun danışanından kendi hayatıyla ilgili aldığı küçük ipuçları sayesinde danışana küçük tavsiyeler şeklinde olabilir. Yaşam koçunun danışanına soracağı sorular sırasıyla; ben kimim? Nerdeyim? Ne yapmak istiyorum? Yapacağım o şeye hangi yollardan gidebilirim? Ne yaparsam istediğimi elde edebilirim? Bu süreçte bana en çok kim yol arkadaşlığı yapabilir? Şeklinde olmalıdır. Yaşam koçu bu sorulara aldığı cevaplar karşısında danışanına yol göstermeli ve onu hedefe ulaşma konusunda teşvik etmeli ve danışanına yol arkadaşlığı yapmalıdır. YAŞAM KOÇUNA KİMLER GİDEBİLİR? Yaşam kalitesini artırmak isteyen herkes, hedefi olmayan bireyler,hedef sahibi olmak isteyenler, hedefleri olduğu halde başarıya ulaşmak için adım atacak gücün kendinde olmadığını düşünenler,kısacası ruh sağlığı yerinde olan herhangi bir psikolojik sorunu olmayan herkes yaşam koçuyla çalışabilir. Yaşam koçları bireye hizmet edebileceği gibi kurumlara da hizmet edebilir. Kurumun başarısını artırmak, çalışanlar arasında ki işbirliğini sağlayarak verimi yükseltmek, yöneticiler ve çalışanlar arasındaki iletişimi etkili hale getirmek isteyen kurum yöneticileri de yaşam koçundan destek alabilir. Aile Danışmanı ve Yaşam Koçu, Sosyolog Merve Maltaş Kılıç 0533 373 8123 | ||||
| ||||
ANNE OLMAK MI? YOKSA KADIN OLARAK KİŞİSEL KİMLİĞİNİZ Mİ? Çok küçük yaşta üzerimize fark etmediğimiz roller yüklenir. Günlük konuşmalar ve medyada sürekli tekrarlanan konular, kadınlardan sadece çocuk sahibi olmaları değil ayrıca bunu istemeleri de bekleniyor. Bu her yerdeydi. Yetişkinler konuşurken, sorular sorarken "Ne zaman evleneceksin..." "Ne zaman çocuk yapacaksın..." Bu geleceğe dair derin düşüncelerini sanki olması gereken bir parçasıymış gibi sunuyorlar. Oysaki bir çok kadın, kendinin ne istedigine bakmalı beklide çocuk istemiyor. Siz bunu açıklamaya çalışırken, yani onların rolü ve kendi değerleriniz arasındaki kopukluğu, yetişkinler bir çocuğun saçmalıklarına güldüğü biçimde gülerler ve bilmiş bir havayla "Düşüncen değişir" derler. Sizde çevrenizde bir çok insan tarafından mutlaka bu sözleri yada buna benzer şeyleri duymussunuzdur. Diğer taraftan güzel bir sohbet hızla müdahaleye dönüşüp "Kocanın haberi var mı?" "Ailen bunu biliyor mu?" "Bir ailen olsun istemiyor musun?" "Arkanda bir şey bırakmak istemiyor musun?" Ve sizi eleştirirken en sevdikleri söz; "Bu bencillik." Bir kadının anne olması çok güzel bir duygu anne olamamak yada anne olmaktan kaçınmak da suç değil. Fakat böyle kadınları toplumda ayıplamak ve eleştirmek rencide etmek maalesef hâlâ kabul görüyor çünkü bu gerekçelerin hiçbiri toplumun anlayışında yer etmiyor. Size anneliğin kaçınılmaz olduğunu öğretirken kadınların dikkate alabileceği şu faktörlerin yaygınlığından hiç bahsedilmemiştir. Örneğin; kalıtsal hastalıklar aktarmak, hamilelik süresince hayat kurtarabilecek tıbbi tedavileri alamama riski, aşırı nüfus artışı endişesi, tabi ki bunlar anne olmak istemeyen bir insan için sadece bazı örnekler, sağlık veya farklı faktörler nedeniyle anne olamayan insanlar neden toplum baskısına maruz kalır. Herkes biyolojik anne olamayabilir. Bazıları bilinçli, bazıları şans eseri anneliği yaşamıyor yada yaşamak istemiyor. Kimse yalnız değil bilinçli ya da bilinçsiz toplum olarak bir başkasının psikolojisini etkilemeye veya bozmaya hakkımız olmadığını düşünüyorum. Bilinçli anne olmak istemeyen kadınlarımız içinde bu hiç kolay degil.Bu operasyonu yaptırmak için Kadın doğumcu jinekologlara başvuran kadınların finansal yönden sıfırı tüketmelerinin çok yaygın bir durum olduğu gibi çoğu kez küstahça bir saygısızlıkla reddedilip ve bu işten vazgeçmek zorunda kaldıkları. Kadınlara sağlık çalışanlarının genelde aşağılayıcı davranıp, onların düşüncelerini ciddiye alınmadığı da gözler önünde. Örneğin: "Evlenip çocuğun olduğunda gel" deniliyor. Fakat bu operasyonu yaptırmak isteyen evli ve çocuklu kadınlara da çok genç oldukları veya yeterince çocukları olmadığı söyleniyor. Ya da daha kötü senaryo olan eşini kaybeder yeniden evlenmek zorunda kalırsan evleneceğin kişi senden çocuk isterse ne yapacaksın gibi psikolojik baskıyla beraber kişinin bilinç altına kaybetme korkusunu da yüklüyorlar. Şöyle düşünün hastaneye gittiniz ve çocuk sahibisiniz ama artık tekrar çocuk sahibi olmak istemiyorsunuz ve ilk sorunuz geliyor. Doktor partneriniz hakkında soru soruyor; " Bu konuda o kişi ne düşünüyor?" " Eşimin onayı var oda istemiyor" Ve doktor : " Peki ya ileride partnerin değişirse ne olacak? O kişi çocuk isterse ne olacak?" Soruya nasıl tepki vereceğinizi şaşırtan bir soru şöyle bir anlam çıkartılıyor; Bu doktor , eğer partneriniz çocuk isterse, inandığın her şeye boş vermen gerektiğini söylüyor ve başka bir partner seçeneği ile tüm düşüncelerini değiştirmeye çalışıyor.. Sorular, sorgulama gibi adeta başlangıçta sadece soru soruyorlardı yani meseleyi daha iyi anlamak istiyor gibiydiler ama sonra, sanki sizi yanıltmak, zorlamak ister gibi sormaya başladılar. Yani kendinizi mahkemede çapraz sorgulama yapılan tanık gibi hissetmeniz muhtemeldir. Sonra sizden şunu düşünmenizi istedi; "20 yıl sonra çok pişman olabilirsin, keşke yaptırmasaydım" gibi. Aslında istemediğiniz ve büyütmeye hazır olmadığınız bir çocuk doğurduğunuz gerçeğiyle yüzleşmek yerine kendi gerçeğinizle, herhangi bir gün yüzleşmeyi tercih etmeniz sanırım en uygunu olur. Çünkü bu gerçeğin biri sadece sizi etkilerken diğeri bir çocuğu etkiler, onların gelişimi, onların sağlığı… İnsan üzerine kumar oynanacak bir şey değildir. Aslında hiçbir doktorun buna yanaşmamasının sebebi, tıbbı ataerkillik denen kavram yüzünden ve bu, sizin yetkin uzmanınız olarak ona, sizin adınıza karar verme yetkisi veriyor aslında,bu sizin için neyin iyi olacağı onun düşüncesine göre belirlenir ve bir hasta olarak sizin istek veya düşüncenize bakılmaz.. Sizin kırılmanız, kendinizi anlatmak isteyişiniz,onların size olan aşağılayıcı ve cinsiyetçi tavırlarını ne kadar kabullenmek istemeseniz de,sonuçta kaybetmiş olarak ayrılmak durumunda kalan yine bizleriz. Toplum olarak anneliğe çok sağlam bağlar ile bağlıyız. Kadınlık ile anneliği birbirinden ayırmak toplum olarak bizi zorlayan bir durum. Oysaki çocuk doğurmak, kadın olmanın bir özelliği, tanımı değil. Bence bir kadının değeri asla çocuk doğurup doğurmadığına göre belirlenmemelidir. Çünkü bu durumda onun bütün yetişkin kimliğini soyup onu indirgersiniz. Kadınlar hayat vermek gibi muhteşem bir kabiliyete sahiptir ama kadının amacı budur demek onun bütün var oluşunu bir amaca yönelik araç olarak görmektir. Toplum’un bize yüklediği rollerin basit kelimelerden çok daha fazlası olduğunu unutmak gayet kolay. Peki ya çocukla birlikte gelen kilolar, bazı standartlara uyum sağlama baskısı, bunları sorgulamaya korkmak ve bunları kabullenme adına bir kenara attığımız arzular. Mutluluk ve başarıya giden pek çok yol var ve hepsi birbirinden farklı görünüyor ama ben bu yolların tamamının kendi yaşamını tercih etme hakkında olduğuna inanıyorum. Kadınların şunu bilmesini istiyorum; Anneliği kucaklamak da vazgeçmek de senin seçimin ve bunun senin değerin ve kişiliğinle hiçbir bağı yok, eş olarak, yetişkin olarak, kadın olarak.. Anneliğin arkasında kesinlikle bir seçim var bu senin seçimin, sadece senin seçimin. Teşekkürler. MYLİFE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE KOÇLUK MERKEZİ : 0505 767 5885 YAŞAM VE AİLE KOÇU : DİLRUBA GÜNDÜZ
| ||||
| ||||
ANNE OLMAK MI? YOKSA KADIN OLARAK KİŞİSEL KİMLİĞİNİZ Mİ? Çok küçük yaşta üzerimize fark etmediğimiz roller yüklenir. Günlük konuşmalar ve medyada sürekli tekrarlanan konular, kadınlardan sadece çocuk sahibi olmaları değil ayrıca bunu istemeleri de bekleniyor. Bu her yerdeydi. Yetişkinler konuşurken, sorular sorarken "Ne zaman evleneceksin..." "Ne zaman çocuk yapacaksın..." Bu geleceğe dair derin düşüncelerini sanki olması gereken bir parçasıymış gibi sunuyorlar. Oysaki bir çok kadın, kendinin ne istedigine bakmalı beklide çocuk istemiyor. Siz bunu açıklamaya çalışırken, yani onların rolü ve kendi değerleriniz arasındaki kopukluğu, yetişkinler bir çocuğun saçmalıklarına güldüğü biçimde gülerler ve bilmiş bir havayla "Düşüncen değişir" derler. Sizde çevrenizde bir çok insan tarafından mutlaka bu sözleri yada buna benzer şeyleri duymussunuzdur. Diğer taraftan güzel bir sohbet hızla müdahaleye dönüşüp "Kocanın haberi var mı?" "Ailen bunu biliyor mu?" "Bir ailen olsun istemiyor musun?" "Arkanda bir şey bırakmak istemiyor musun?" Ve sizi eleştirirken en sevdikleri söz; "Bu bencillik." Bir kadının anne olması çok güzel bir duygu anne olamamak yada anne olmaktan kaçınmak da suç değil. Fakat böyle kadınları toplumda ayıplamak ve eleştirmek rencide etmek maalesef hâlâ kabul görüyor çünkü bu gerekçelerin hiçbiri toplumun anlayışında yer etmiyor. Size anneliğin kaçınılmaz olduğunu öğretirken kadınların dikkate alabileceği şu faktörlerin yaygınlığından hiç bahsedilmemiştir. Örneğin; kalıtsal hastalıklar aktarmak, hamilelik süresince hayat kurtarabilecek tıbbi tedavileri alamama riski, aşırı nüfus artışı endişesi, tabi ki bunlar anne olmak istemeyen bir insan için sadece bazı örnekler, sağlık veya farklı faktörler nedeniyle anne olamayan insanlar neden toplum baskısına maruz kalır. Herkes biyolojik anne olamayabilir. Bazıları bilinçli, bazıları şans eseri anneliği yaşamıyor yada yaşamak istemiyor. Kimse yalnız değil bilinçli ya da bilinçsiz toplum olarak bir başkasının psikolojisini etkilemeye veya bozmaya hakkımız olmadığını düşünüyorum. Bilinçli anne olmak istemeyen kadınlarımız içinde bu hiç kolay degil.Bu operasyonu yaptırmak için Kadın doğumcu jinekologlara başvuran kadınların finansal yönden sıfırı tüketmelerinin çok yaygın bir durum olduğu gibi çoğu kez küstahça bir saygısızlıkla reddedilip ve bu işten vazgeçmek zorunda kaldıkları. Kadınlara sağlık çalışanlarının genelde aşağılayıcı davranıp, onların düşüncelerini ciddiye alınmadığı da gözler önünde. Örneğin: "Evlenip çocuğun olduğunda gel" deniliyor. Fakat bu operasyonu yaptırmak isteyen evli ve çocuklu kadınlara da çok genç oldukları veya yeterince çocukları olmadığı söyleniyor. Ya da daha kötü senaryo olan eşini kaybeder yeniden evlenmek zorunda kalırsan evleneceğin kişi senden çocuk isterse ne yapacaksın gibi psikolojik baskıyla beraber kişinin bilinç altına kaybetme korkusunu da yüklüyorlar. Şöyle düşünün hastaneye gittiniz ve çocuk sahibisiniz ama artık tekrar çocuk sahibi olmak istemiyorsunuz ve ilk sorunuz geliyor. Doktor partneriniz hakkında soru soruyor; " Bu konuda o kişi ne düşünüyor?" " Eşimin onayı var oda istemiyor" Ve doktor : " Peki ya ileride partnerin değişirse ne olacak? O kişi çocuk isterse ne olacak?" Soruya nasıl tepki vereceğinizi şaşırtan bir soru şöyle bir anlam çıkartılıyor; Bu doktor , eğer partneriniz çocuk isterse, inandığın her şeye boş vermen gerektiğini söylüyor ve başka bir partner seçeneği ile tüm düşüncelerini değiştirmeye çalışıyor.. Sorular, sorgulama gibi adeta başlangıçta sadece soru soruyorlardı yani meseleyi daha iyi anlamak istiyor gibiydiler ama sonra, sanki sizi yanıltmak, zorlamak ister gibi sormaya başladılar. Yani kendinizi mahkemede çapraz sorgulama yapılan tanık gibi hissetmeniz muhtemeldir. Sonra sizden şunu düşünmenizi istedi; "20 yıl sonra çok pişman olabilirsin, keşke yaptırmasaydım" gibi. Aslında istemediğiniz ve büyütmeye hazır olmadığınız bir çocuk doğurduğunuz gerçeğiyle yüzleşmek yerine kendi gerçeğinizle, herhangi bir gün yüzleşmeyi tercih etmeniz sanırım en uygunu olur. Çünkü bu gerçeğin biri sadece sizi etkilerken diğeri bir çocuğu etkiler, onların gelişimi, onların sağlığı… İnsan üzerine kumar oynanacak bir şey değildir. Aslında hiçbir doktorun buna yanaşmamasının sebebi, tıbbı ataerkillik denen kavram yüzünden ve bu, sizin yetkin uzmanınız olarak ona, sizin adınıza karar verme yetkisi veriyor aslında,bu sizin için neyin iyi olacağı onun düşüncesine göre belirlenir ve bir hasta olarak sizin istek veya düşüncenize bakılmaz.. Sizin kırılmanız, kendinizi anlatmak isteyişiniz,onların size olan aşağılayıcı ve cinsiyetçi tavırlarını ne kadar kabullenmek istemeseniz de,sonuçta kaybetmiş olarak ayrılmak durumunda kalan yine bizleriz. Toplum olarak anneliğe çok sağlam bağlar ile bağlıyız. Kadınlık ile anneliği birbirinden ayırmak toplum olarak bizi zorlayan bir durum. Oysaki çocuk doğurmak, kadın olmanın bir özelliği, tanımı değil. Bence bir kadının değeri asla çocuk doğurup doğurmadığına göre belirlenmemelidir. Çünkü bu durumda onun bütün yetişkin kimliğini soyup onu indirgersiniz. Kadınlar hayat vermek gibi muhteşem bir kabiliyete sahiptir ama kadının amacı budur demek onun bütün var oluşunu bir amaca yönelik araç olarak görmektir. Toplum’un bize yüklediği rollerin basit kelimelerden çok daha fazlası olduğunu unutmak gayet kolay. Peki ya çocukla birlikte gelen kilolar, bazı standartlara uyum sağlama baskısı, bunları sorgulamaya korkmak ve bunları kabullenme adına bir kenara attığımız arzular. Mutluluk ve başarıya giden pek çok yol var ve hepsi birbirinden farklı görünüyor ama ben bu yolların tamamının kendi yaşamını tercih etme hakkında olduğuna inanıyorum. Kadınların şunu bilmesini istiyorum; Anneliği kucaklamak da vazgeçmek de senin seçimin ve bunun senin değerin ve kişiliğinle hiçbir bağı yok, eş olarak, yetişkin olarak, kadın olarak.. Anneliğin arkasında kesinlikle bir seçim var bu senin seçimin, sadece senin seçimin. Teşekkürler. MYLİFE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE KOÇLUK MERKEZİ : 0505 767 5885 YAŞAM VE AİLE KOÇU : DİLRUBA GÜNDÜZ
| ||||
| ||||
Gün geçtikçe teknoloji hayatımıza da fazla dahil oluyor. Çocuklar istedikleri zaman telefonlara, tabletlere veya bilgisayarlara ulaşabiliyorlar. Sık karşılaştığımız görüntülerdendir; bir bekleme odasında sıkılmasın diye çocuğun eline tablet verilmesi, yemeğini yesin diye bilgisayarla oynamasına izin verilmesi, yolda sıkılmasın diye telefon verilmesi. Peki teknoloji bu kadar hayatımızın içindeyken çocuk ve gençler nasıl etkileniyor? Herkes tarafından kabul edilen, hızla gelişen teknolojinin çocuk ve gençlerin duygusal ve sosyal gelişimini etkilediğidir. ABD’de bir çocuk veya ergen her gün ortalama 3 saatini televizyon izleyerek geçirmektedir. Bu sadece televizyon izlediği süredir, içinde telefon oyunları yoktur.¹ Hacettepe de Tuncer ve Yalçın’ın araştırmasına göre; Türkiye de hafta içi %31 çocuk TV karşısında en az 4 saatini geçirmektedir. Hafta sonu ise %71.7’ ye çıkıyor bu oran.² Çocukların öğrenmesi gözleyerek, taklit ederek ve yetişkinlerin davranışlarını içselleştirerek öğrenirler. Tv programlarında şiddet tartışmasız vardır ve çocuklar bunları öğrenirler. Özelikle küçük çocuklar yaşadıkları dünya ile TV dünyası arasında ki ayırımı yapacak bilişsel yeteneğe sahip değillerdir (Ümran Tüzün,2002). 1963’de Bandera’nın okul öncesi çocuklarda yaptığı araştırma şöyledir: Bir oyuncağa hareket etmesini bir aktör söylüyor, etmeyince vuruyor, daha sonra vuruyor 1. grupta aktör şekerle ödüllendiriliyor, 2. grupta aktöre ne ceza, ne ödül veriliyor, 3.grupta sözel olarak azarlanıyor. Bu filmden sonra ilk 2 grupdaki çocuklar aktörün azarladığı 3. grup ve hiç seyretmemiş olanlara oranla daha agresif oluyorlar. Medyanın çocuğun üzerindeki etkisini anksiyete ve korkuya neden olduğu savunulur. (Ümran Tüzün,2002). Holman ve ark. (20) tarafından yapılan çalışmada ise yaygın internet kullanan ve bilgisayar oyunları ile zamanını geçiren çocukların sosyal gelişimlerinin önemli ölçüde gerilediği, bu çocukların öz güvenlerinin düşük, sosyal kaygı düzeylerinin ve saldırganlık davranışlarının yüksek olduğu bulunmuştur.³ Teknolojinin çocuk ve ergenlerin ruh sağlığına olumsuz etkileri kabul edilmektedir ancak doğru kullanıldığı zaman olumsuz etkileri olduğu gibi olumlu yanları da vardır. Çocuklarımıza teknolojinin doğru kullanılmasını öğretmemiz gerekmektedir. Olumlu yanlarını şöyle sıralayabiliriz; doğru kullanıldığı takdir de eğitim alanında yarar görülmektedir. Bilgi toplama, hazırladıkları projeler için uzmanlardan yardım alma. Dünyanın hemen her yerinde arkadaş edinme şansları vardır. Yine doğru kullanıldığı takdir de çocukların eğlenmesi için iyi bir araçtır. Ebeveynler çocuklarının internet kullanımını, izledikleri televizyon programları ve oynadıkları oyunları denetlemelilerdir.
1) Policy Statement, Children, Adolescents, and Television (RE0043) Pediatrics 170(21:423-426, 2001. 2) Tuncer AM, Yalç ı n SS: Multimedia and children in Turkey, Türk J Pediatr 41:27-34, 1999. 3) Holman JP, Hansen CE, Cochian ME, Lindsey CR. Liar, liar: Internet faking but not freguency of use affect social skills, self-esteem, social anxiety, and aggression, Cyber Psychol Behav 2005;8(1):1-6. http://dx.doi.org/10.1089/cpb.2005.8.1 | ||||
| ||||
- GEL(MEY) İN ÇOCUKLAR - Türk toplumunun kanayan yaralarından Biride çocuk gelin meselesidir İslam öncesi Cahiliye döneminde yaygın olan adetlerden biri kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesiydi. Bunun bir çok ekonomik sebepler erkek çocuklarını yararlı olabileceği çocuklarına para ile alınıp Satılması namus kavramının namus kavramını sadece kız çocuklarını özgü Bir kavramın olması düşüncesiyle Cinsiyet ayrımcılığı yapılırdı. Yine bu dönemde kız çocukları kendilerinden yaşça büyük olan erkeklere para karşılığı verilebiliyordu fakat bu insan hakları İhlali olan Vahşice durum cahiliye döneminde kalmakla bitmedi İslam sonrası ve günümüze kadar gelen süre zarfında toplumun kanayan yaralarından biri olmaya devam etti Cahiliye döneminde benzer vahşice olayların yaşandığı bir başka dünyada hort dünyada orta çağdır Kadın ve orta çağı denilince akla ilk gelen kavram cadılıktır kadınlar celil abiyle korkunç kötü niyetli ve kötü şeyler yapan kadın olarak ifade edilir Ortaçağ’da kadın kötülüğün ortaya konmuş kadının ruhunun olmadığı tartışma konusu haline gelmiş sosyal hayattaki rolü kötülenmiştir batıda büyücü ve Cadı avı başlamış pek çok kadın cinlerle ilişkisi olduğu yakılmıştır evet günümüze geldiğimizde belki kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor cadı ve büyücü olarak yakılmıyor fakat diri diri yakılan hayatta toprağa gömülen umutlar ve hayaller var ruhsal ve bedensel gelişimini tamamlamamış kız çocuğunun iyi Evliliği getirdiği sorumlulukları alması bedensel ve ruhsal travmaların ortaya çıkmasına neden olabiliyor henüz cinsellik hakkında bilgi sahibi olmayan kız çocuğu kendinden yaşça büyük bir erkeğe kurban edilir gibi sunuluyor ataerkil toplum yapısının geleneksel adetlerin Dinin yanlış yorumlanması sonucu çocuk yaşta yapılan evliliklerin meşrulaştırılması çocuk yaşta gelinin daha kolay terbiye edilir ve itaatkar haline getirebilir düşüncesi Aile içi şiddet Sonucu kız çocuklarının evliliği bir kaçış yolu gözüyle bakarak sığınması çocuk yaşta evlenmek daha fazla çocuk sahibi olunabilir düşüncesi ile ortaya çıkan çocuk çocuk gelin meselesi insan haklarının en büyük ihlallerine ve çocuk istismarına girmektedir 11 yaşında evlenip çocuk doğuramadığı ise gücü Yetişemediği için şiddet gören belki de eş adı altında zorla evlendirildiği erkek tarafından tecavüz edilmekle olan bir kız çocuğunun dünyası travma üzerine kurulmuştur Peki bu insan ihlalinin ve çocuk istismarının Önlenmesi için ne yapılabilir bu noktada aynı toplumda yaşayan bireyler olarak muhaf ihlaline sessiz kalmayıp ilgili birimlere haber vermeniz yapılabilecek en önemli çalışmalardan biri çocuk gelin risk taşıyan Bölgelerin haritalarının çıkartılıp bu bölgelerde halkın biçimlendirilmesine yönelik eğitimler verilmeli çocuk yaşta evliliğe maruz kalmış bireyler üzerinde psikoterapist travma uzmanları ve ilgili meslek gruplarıyla çalışmalar yapılabilir.
| ||||
| ||||
ÇOCUK KALBİ Psikolog Seden Nazlı Başak - Babacığım sen bir saatte kaç para kazanıyorsun? İşten dönen babasına yarı ürkek, yarı hayran bakışlarla bu soruyu sordu minik erkek çocuğu. Soruya şaşıran baba, oğluna ‘Bak evladım annen bile benim ne kadar kazandığımı bilmiyor’ diye cevap verdi. ‘Şimdi beni rahat bırak bak çok yorgunum.’ ‘Peki baba, bana on dolar borç verir misin?’ çocuğunuz size ne kadar yakın olursa kötülüklere o kadar uzak olacak , sizin ile birlikte ne kadar mutlu olursa hayatın diğer alanlarında da o kadar mutlu olacak , sizinle ve ailesi ile bağları ne kadar sağlam olursa onun tüm hayatı boyunca problemleri daha az olacaktır. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaştığı ve insanların bireysel meşguliyetlerinin arttığı günümüzde adı geçen konular için en önemli tehlike çocuklar ve onların duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması olmaktadır. Bu günden atılan tohumlar yarınlar için çok güzel sonuçlar verecektir . Eğer bu konuda bir gayret yok ise yarın oldukça geç olabilir.
İrtibat no : 0216 347 60 03 | ||||
| ||||
ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : DEPRESYON Psikolog Seden Nazlı Başak Depresyon yüzyılımızın en çok konuşulan psikolojik / psikiyatrik hastalıklarından biri. Bu kadar çok konuşulmayı da hak ediyor; çünkü sadece bireyin kendisini değil,ailesini,iş yaşamını,sosyal çevresini de etkiliyor.Dünya Sağlık Örgütü'nün tedbirler alınmadığu takdirde 2020 yılında büyük sorunlara yol açacağı konusunda uyarı yaptığı depresyon hastalığı ümitszilik,hayattan zevk alamama,mutsuzluk gibi belirtilerle kendisini gösteriyor. Yılların bir anlamda çöpe gitmesine neden olan bu rahatsızlık kişiyi alkol ve madde bağımlılığına hatta intihar gibi acı sonuçlara kadar götürebiliyor.Oysa atılacak küçük bir adımla hayatı zehir eden bu rahatszılıktan kurtulmak mümkün. Depresyonu kısaca özetlemek gerekirse ; temel belirtirleri isteksizlik ve hayattan soğuma ve hayattan eskisi kadar zevk almama olan bir hastalıktır.Depresyon da genellikle uykusuzluk,bazen de fazla uyuma şeklinde uyku bozuklukları görülür.İştahsızlık veya aşırı iştahlı olma durumu yaşanır.Unutkanlık,sıkıntı,huzursuzluk,sinirlilik,gerginlik,endişe,korku,dikkat kusur,konsantre olamama,kararsızlık,yorgunluk,cinsel isteksizlik,değersizlik hissi,suçluluk duyguları,kendine güven azalması depresyon belirtileri arasında sıkça rastlanan durumlardır.Ayrıca intihar niyeti veya bu niyet olmadan ölümü fazlaca düşünme görülür. Tedavi edilmeyen depresyonda ailevi sorunlar baş gösterir.Cinsel sorunlara bağlı olarak ilgisizlik,sinirlilik görülür.Dikkat dağılmasına bağlı olarak kazalar yaşanır.İş ve okul veriminde azalmaya sebep olur.Beden sağlığı ihmal edildiği için çeşitli hastalıklara daha kolay yakalanılır.Yaşanan bezginlik ve moralsizlik yüzünden kişi genellikle kendine iyi bakamaz. Hastanın durumuna göre değişiklik arz eden bir durumdur.Depresyon geçirenlerin ortalama yüzde 70'inde sadece ilaç tedavisi bile yeterli olurken;Hiç ilaç kullanamdan 10-20 seanslık psikoterapi seanslarıyla yüzde 70'i düzelebilir Depresyon tedavisi genellikle birkaç hafta içinde düzelmeye başlayan,birkaç ay içinde de büyük ölçüde düzelen bir hastalıktır.Ümitsizliğe gerek yok,bu hastalığın pençesine düşenler süratle uzman yardımına yönelmeliler... (alıntıdır)
İrtibat No : 0216 347 60 03 | ||||
| ||||
DSM’YE GÖRE ÖZEL ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ, OKUMA-YAZMA VE MATEMATİK Özel öğrenme güçlüğü; bireyin bilgi kazanırken güçlük yaşamasıyla ortaya çıkan sorunların geneline diyebiliriz. Bunlar; zihinsel özürler, gelişim bozuklukları, duygusal özürler, kronik hastalıklar, nörolojik rahatsızlıklar, dikkat eksikliği ve hiperaktivite… Çevreden kaynaklanan etkiler; - Aile içi çatışmalar - Hatalı anne-baba tutumu - Yaşam olayları (okul değişimi, kardeş doğumu) - Sosyo-kültürel yetersizlikler - Ekonomik dezavantaj - Travma sonrası stres bozukluğu - Okul-öğretmen sorunları - Eğitim programlarından doğan güçlüklerdir. Öğrenme güçlüğü Chirk’e göre; konuşma, dil, okuma-yazma, imla ve aritmetik alanlarından birinin veya birden fazlasının gelişiminde gerilik, gecikme veya bozukluk olmasıdır. DSM IV’te öğrenme bozukluklarının çocuğun okuma, matematik ya da yazılı anlatım testlerindeki başarısının zekâsından v sınıf düzeyinden düşük olmasıdır. Bununla birlikte diğer özellikler şu şekilde belirlenmiştir. - Düşük benlik saygısı - Sosyal becerilerde eksiklik - %40 oranında okulu terk - Yetişkinlikte işsizlik ve uyum güçlükleri - Konuşma gelişiminde gecikme - Gelişimsel koordinasyon bozukluğu - Bilişsel süreçlerde ( görsel algı, dil, dikkat, hafıza) bozukları - Genetik yatkınlık, gebelikte travma A.B.D. Öğrenme Bozukluğu Komitesine göre (NJCLD) öğrenme bozukluğu, genel bir terimdir ve dinleme, konuşma, okuma- yazma, akıl yürütme ile matematik becerilerin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren heterojen bir bozukluk grubudur. Bu tanım öğrenme bozukluğu için kullanılan en yaygın tanımdır. (Korkmazlar,2003) Öğrenme bozuklarının bir çeşidi olan disleksi gözler yardımıyla alınan imgeleri anlamlı bir lisana çevirmede beyinde ortaya çıkan bir yetenek noksanlığıdır.(Mayo Clinic,1994) Tarihimize yön veren birçok ünlü isim; Leonardo Da Vinci, Michelangelo, Auguste Rodin, Picasso, bilim adamları Edison, Einstein, sinema yönetmeni Steven Spielberg, Walt Disney, masal yazarı Andersen, ABD başkanları Roosevelt, Wilson ve Kennedy, İngiltere Başbakanı Churchill, İkinci Dünya Savaşı’nın ünlü komutanı General Patton, Prens Charles, yazar Agatha Christie, ünlü beyin cerrahı Harvey Cushing, sinema sanatçısı Tom Cruise, Robin Williams, şarkıcı Cher, Carl Lewis, Mozart gibi isimlerde de öğrenme güçlüğü görülmüştür. 1925’te ABD’de Dr. Samuel Orton ve arkadaşları sorunun görsel algı ve görsel hafıza alanındaki fonksiyon bozukluğuna bağlı olduğunu ve bunun gelişme gecikmesinden kaynaklandığını ileri sürmüşler ve bu duruma “ayna hali “ anlamına gelen “strephosymbolia” adını vermişlerdir. Araştırmalar hep devam etmiş ve 1930-40’larda yapılan araştırmalarda öğrenme güçlüklerinin beyin hasarından kaynaklandığı ve nörolojik bir bozukluk olduğu ileri sürülmüştür. Beyindeki hasarın hafif olduğu varsayılıp “minimal beyin hasarı” tanısı kullanılmaya başlanmıştır. Sonraki çalışmalarda beyin hasarı kanıtlanamadığından, öğrenme güçlüğünün MSS’nin fonksiyon bozukluğuna bağlı olabileceği düşünülmüş “ minimal beyin disfonksiyonu-MBD” terimi ortaya atılmıştır. Bu terim, nörolojik temele dayalı öğrenme sorunlarını, hiperaktiviteyi, dikkatsizliği, impulsiviteyi ve duygusal problemleri olan çocukları tanımlamak için uzun süre kullanılmıştır. 1970’den sonra öğrenme güçlüğünü inceleyen bilim adamları yeni terimler, tanılar ve kavramlar ortaya çıkarmıştır. Okuma Bozukluğu için disleksi; yazı bozukluğu için disgrafi, aritmetik bozukluk için discalculi gibi. Günümüzde de bu terimler halen kullanılmaktadır. Gallakher ve Chirk’in sınıflandırmasına göre; 1-Gelişimsel Öğrenme Bozuklukları: Çocuğun akademik anlamdaki başarısı için önceden kazanılmış olmasına gereksinim duyulan dikkat, hafıza, algı, motor, dil ve düşünme becerilerindeki bozukluklar. 2- Akademik Öğrenme Bozukluğu: Okuma, yazma, aritmetik, harfleme ve yazılı anlatım gibi okulda kazanılan becerilerdeki sorunları içerir. Akademik güçlükler sıklıkla gelişimsel bozukluklardan kaynaklanır. BAKER ve Arkadaşları 1-) L(Language)-Tip Disleksi: Sol hemisfer fonksiyon bozukluğuna bağlı okuma güçlükleri bu grupta yer alır. 2-) P (Perceptive)-Tip disleksi: Sağ hemisfer fonksiyon bozukluğuna bağlı görsel algı kusurları olan çocuklardaki okuma sorunları bu tipe girer. ÖZEL ÖĞRENME BOZUKLUĞUNUN DİĞER ADLARIOkuma güçlüğü, okuma geriliği, primer okuma geriliği, legasteni, disleki, gelişimsel okuma geriliği, öğrenme güçlükleri, akademik beceri bozukluğu, algı bozukluğu, özel öğrenme bozukluğu, dikkat bozukluğu olarak da adlandırılmaktadır. Okuma bozukluğu = Disleksi, legasteni Yazı bozukluğu = Disgrafi Matematik bozukluğu = Discalculi, aritmasteni, EPİDEMİYOLOJİ Öğrenme bozukluğunun tanımı ve sınıflandırılmasındaki tartışmalar ile her vaka’nın çok farklı özellikler göstermesi metodolojik güçlükler doğurduğundan araştırılması oldukça zor bir konudur. Öğrenme bozukluklarının ABD’de okul çağına gelen çocukların % 5-20’sinde vuku bulduğu düşünülmektedir. Ancak problemin boyutunu belirleme hususunda geniş ölçekli bir çalışma yapılmamıştır.(Mayo Clinic,1994) Disleksinin görülme sıklığı % 8-10 arasında olduğu kabul ediliyor. Gelişimsel okuma bozukluğu olarak da tanımlanan disleksiye erkek çocuklarda kızlara oranla dört kat daha fazla rastlanıyor. (Saygın,2003) Okul çağı çocuklarının %2 ile %10 arasında değişen oranlarda öğrenme yetersizliğine sahip olduğu,%60-80 oranında da daha çok erkeklerde rastlanmıştır. Lerner’in (1993) Amerikan Eğitim Dairesi’nden aldığı bilgiye göre de öğrenme yetersizliği olanların % 72’si erkeklerden,%28’i ise kızlardan oluşmaktadır.(Akt: Şenel Günayer,1998) ETİYOLOJİÖğrenme Bozukluğunun nedeni henüz aydınlığa kavuşamamıştır. Bununla beraber yapılan çok sayıda araştırmanın buluştuğu bazı etiyolojik etmenler vardır: 1-) Beyin Hasarı: Hamilelik, doğum ya da doğum sonrası ilk aylarda bazı risk faktörleri MSS’yi olumsuz etkilediği bildirilmektedir. 2-)Genetik-Kalıtımsal Etmen: Bazı araştırmacılar öğrenme bozukluğu olan çocuk ve gençlerin % 25-60’ında sorunu genetik olduğunu bildirmişlerdir. 3-) Nörolojik Fonksiyonlarda Bozukluk: Bazı araştırmacılar öğrenme bozukluğunun birden çok alandaki işlevsel bozukluğa bağlı olduğunu ileri sürmekte ve öğrenme sürecini açıklamak için dört aşama ortaya koymaktadır. a-) Input ( Giriş ) Aşaması: Gelen bilgilerin, uyarıların duyu organlarından beyne girmesi, algılanmasıdır. Bu aşamadaki bozukluklar görsel, işitsel, mekânsal, dokunsal algı bozukluklarına yol açabilir. b-) Entegrasyon ( İşlem ) Aşaması: Gelen bilginin kaydedilmesi, organize edilmesi, anlaşılması ve işleme konup yorumlanmasıdır. c-)Bellek(Depolama) Aşaması: Bu aşamada, anlaşılan bilgi tekrar kullanılmak üzere depolanır. d-)Output (Çıkış) Aşaması: Beynin bilgiyi mesaj olarak hücrelere, kaslara, dil ya da motor etkinlik alanlarına göndermesi sürecidir. ÖĞRENME BOZUKLUĞUNUN BELİRTİLERİ Okul Öncesi Dönem: Özel öğrenme güçlüğü okul öncesi dönemde bazı belirtilerle kendini göstermeye başlar. Ancak bu dönemde tanı koyulması güçtür. 1-) Dil gelişimindeki gecikmeler ve konuşma bozukluğu: Konuşmayı öğrenmede, kelimeleri doğru telaffuz etmede güçlük. 2-) Zayıf kavram gelişimi: Büyük-küçük, ince-kalın, alt-üst, iç-dış, önce-sonra gibi kavramları öğrenememe, karıştırma. 3-)Yetersiz motor gelişim: Öz bakım becerilerini öğrenmede güçlük, düğme iliklemeyi öğrenememe, beceriksizlik, sakarlık, çizim ya da kopyalamaya karşı isteksizlik. 4-) Bellek ve dikkat problemleri: Sayıları, alfabeyi, haftanın günlerini öğrenmede güçlük. İlkokul Dönemi: 1-) Akademik başarı: Bu çocuklar birçok alanda zeki görünmelerine rağmen akademik açıdan başarısızlık yaşarlar. 2-) Okuma becerisi (Disleksi):Disleksisi olan çocuklar 1.sınıfta okumayı yaşıtlarına göre daha zor ve geç öğrenirler. 3-) Yazma becerisi:1.sınıfta yazmayı öğrenmede zorlanır ve gecikirler. Bazı harf, sayı ve sözcükleri ters yazar ya da karıştırırlar (soba-sopa, b-d,m-n,2-5,ğ-g).yaşıtlarına göre el yazısı okunaksız ve çirkindir ve sınıf düzeyine göre daha yavaş yazarlar, yazım ve noktalama hatası yaparlar. 4-) Aritmetik beceriler: Aritmetikte sayı kavramını anlamakta güçlük çekerler. Bazı aritmetik sembolleri öğrenmekte zorlanırlar ve karıştırırlar. 5-) Çalışma alışkanlıkları: Ev ödevlerini yaparken yavaş ve verimsizdirler. Ödevlerini yaparken hep birilerinin yardımına ihtiyaç duyarlar. 6-) Organize olma becerileri: Yazarken sayfayı düzgün kullanamaz, yırtar. Fazla satır aralıkları bırakır. Sayfanın bir kısmını gereksiz yere boş bırakır. 7-)Oryantasyon-Yönelim becerileri: Alt-üst, ön-arka, sağ-sol gibi kavramları karıştırırlar. Yönlerini bulmakta zorlanırlar. 8-) Sıraya koyma becerisi: Okuduğu bir öyküyü anlatırken nereden başlayacağını bilemez. Sayıları ve harfleri sıraya koymakta güçlük çekerler. 9-) Sözel ifade becerileri: Bazı harflerin seslerini doğru olarak telaffuz edemezler.(r,ş,j) esprileri anlamakta zorluk çekerler. 10-) Motor beceriler: Sakardırlar, sık sık düşer, yaralanırlar. İp atlama, top yakalama gibi işlerde yaşıtlarına oranla daha beceriksizdirler. Sonuç olarak DSM IV’TE göre özel öğrenme, okuma-yazma ve matematik alanlarındaki güçlüklerin neden olduğunu anlamış olduk. Çocuklarımızı daha iyi anlayabilmemiz için aşağıdaki önerileri göz ardı etmeyelim. Her çocuk özeldir! Bozukluğun nedenleri araştırılmalı: Başarısızlığından dolayı çocuk suçlanmamalı, yargılanmamalı. Sorunun beyindeki yapısal, işlevsel bir farklılıktan kaynaklandığı unutulmamalıdır. - Özel öğrenme güçlüğü özel bir uzmanlık gerektirir. Bu yardım öğretmenlerden beklenmemelidir. Gerekli tıbbi ve psikolojik ölçümler yapılmalı, psikoeğitim ve psikiyatrik destek sağlanmalıdır. - Çocuğun öğretmeniyle ve ailesiyle ortak bir çalışma programı geliştirilmelidir. - Çocuğun tüm özelliklerinin, kapasitesinin ve sınırlılıklarının bilinmesi ve çocuğun olduğu gibi kabul edilmesi gerekir. - Eğitsel tedavi yavaş ilerleyen, uzun zaman sonra ( En az 6 ay-1 yıl) sonuç veren bir tedavidir. Bu nedenle sabırlı ve olumlu bir tutum içinde olunmalıdır. - Çocuğa karşı güdüleyici ve teşvik edici olunmalıdır. Çocuk yüreklendirilmeli, ona kendini bulması ve kendine güvenebilmesi için desteğin hissettirilmesi gerekir. - Dikkati çabuk dağıldığından çalışmalar kısa tutulmalıdır. PROFESYONEL KOÇ, ÖĞRENCİ KOÇU ve EĞİTİM DANIŞMANI SİNAN SEYFİ YETKİNER 0 535 022 21 13 0533 373 8123 seyfi_yetkiner@hotmail.com
| ||||
Duyuru Arşivi | ||||